20 Mart 2008 Perşembe

UYUYANLAR UYANIN!

Bu ABD işgal projesine, Sayın, Doğu Perinçek eskiden beri ABD'nin saldırı planına dikkat çekmeye çalışıyordu, işte sıra bize geldi, üstelik bilgisiz saflar her şeyin iyiye gittiğine inandırıldı ve geç kalıyoruz...

Şu Medeniyetler İttifakı da gündemde bugünlerde ve benim aklımı kurcalayan bir sürü şey var yine.

MEDENİYETLER İTTİFAKI GÜNDEMDE

Malum olduğu üzere, Fethullah hoca ile Papanın başlattığı Din temelli bir ittifak bu Medeniyetler ittifakı? Kara para şaibeleri vs. ile ilgili dedikoduları Piyasada dolaşan kitaplarda bolca yayınlanan Vatikan neresinde duruyor peki bu oluşumun?

Fethullah hoca CIA ve Yeşil kuşak politikalarını kapsayan bir sürü şaibe ve komplo teorisinin bağlantısı var mı bu işlerle? Bu İspanya forumu soru işaretleri yaratıyor bende ve bence o zamanlar atıldı bu planın temelleri. Fethullah hoca ile Papanın adı geçmiyordu bu İspanya Forumu sürecinde, her zamanki gibi perde arkası pozisyonundaydılar.

Fethullah Gülenin Papa ile görüşmesinden bu güne gelişen süreç içinde bazı belirtilere bakarsak, bu Medeniyetler ittifakının omurgasını, Fethullah Gülenin Dünya çapındaki teşkilatı ve Milli görüşün ittifakları oluşturuyor.

Bu İspanya forumunu yaratan oluşum ve ittifakların, yeşil kuşak politikaları ile ilgisini incelemekte fayda vardır, ancak ondan sonra ilgisi yoksa bu foruma katılım Türkiye’ye fayda sağlayabilir.

Hal böyleyken, işin tuhafı TÜRKİYE CUMHURİYETİ ni
temsil eden yöneticileri, varlığını tehdit edebilecek bir yapılanma olup olmadığını bile hiç incelemeden gözü kapalı giriyor bu işe. Bazı kişiler, Dünya çapındaki bu yapılanmaya balıklama dalıp, üst düzeyde imzalar atıp öncülük ediyorlar.

İnsanlık açısından çok iyi sonuçlar verebilecek bir girişim olması mümkünken, yine iki ayağımızı bir pabuca sokup, açık seçik olmayan, çelik çomak tarzı bir koşturma ile aceleye getiriliyor gibi sanki bu girişim.


ASLINDA UCU BUCAĞI ORTADA

Anladığıma göre, bu işin bir ucu 76 ülkeden bir milyarı aşkın insanın temsil edildiği İslam Konferansı Örgütüne, bir ucu Güneydoğu Irak planlamalarına, diğer ucu Avrupa Birliği'ne ve ABD’YE dayanıyor. ABD ise komuta merkezine bağladığı Fethullah ve bizim işbirlikçiler eliyle bu işi yönetiyor.

Bu perspektifteki ilişkilerin farkına varılması çok güç aslında. Normal şartlarda bu iki ufuk arasında oluşturulan bu Ortak Forumun Türkiye açısından önemi büyük ve kamuoyuna açık olması gerekirken, Başbakan tarafından Türban vs. kavga keşmekeş arasına sıkıştırılması ilginç ve dikkat çekicidir. Bu konu yaman çelişkiler içeriyor ve dahası çok kapsamlı ve Dünya çapında bir tezgâhın kokusu geliyor benden söylemesi.

ÖNCEDEN ANLATTIĞIN BU MESELEYİ BİR DAHA AKTARACAĞIM,

Bakın tanınmış bir gazeteci ne diyor;

Sıkıysa Darbe yapsınlar, Türkiye’de bir darbe olduğu an Türkiye Kıbrıs’ı kaybe­der, milli gelir yarıya düşer, dünyada ayak­ta duramayacak hale gelir. Eskiden borsa, Avrupa İnsan Hakları, AB ambargosu falan yoktu burada. Artık bu riskler göze alınamayacak kadar büyük.

Şimdi sıkıyorsa dar­be yapsınlar. Bugün PKK ile mücadelede Amerika’nın, Avrupa’nın politik desteğine sahipsek demokrasi eskisine göre daha iti­barlı hale geldiği içindir. Artık Türkiye’de darbeye karşı sokakta yürüyecek insanlar, üniversiteler var. Eskisi gibi eli kolu bağlı gözyaşı dökecek Anadolu köylüsü yok.
------------------------------------------------------
Bu gazetecinin yorumu, uzun süredir arkalarına almaya çalıştıkları dayanakları ve Türkiye yi hangi noktaya doğru taşıdıklarını ortaya koymaktadır. Bu yorumda Tarihi ve sosyolojik gelişim çizgisi içinde, Darbelerin arkasındaki Emperyalist etkileri görmezden gelen bir anlayışın, darbeye karşı sahte görünümü söz konusudur.

Bu söylemler düşmanlarla yaptıkları ittifakı engelleyecek Yurtsever güçleri, yani Türkiye CUMHURİYETİNİN ORDUSUNU ve Milli güçleri saf dışı etme çabalarını kamufle etmektedir. Aslında uzun bir süredir, sanki düşmandan bahseder gibi kendi ordumuzu dünya kamuoyuna darbeci Faşistler olarak ilan etmekte tereddüt etmemektedir bu çevreler.


Bu velevki Türban meselesi ve Yargıtay parti kapatma davasından önce, küresel güçlerle işbirliği ile yürüttükleri Ekonomi politik program gereği, özelleştirme, dış ve iç borçlanma ileri boyutlara ulaşmıştır.

Bu süreçte Devletin dış bağımlılıklarının arttığını ve kanun değişiklikleri vs. faaliyetler sonucunda, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN sağlam temel kurumlarının bu Siyasal ve Ekonomik manevra karşısında gücünü kaybettiğini düşünmekteydiler.

Bu gazetecinin yorumu da bunu yansıtmaktadır. Meşhur ispanya çıkışı da bu dayanakların artık oluştuğu ve geri dönüşün kalmadığı inancının getirdiği güvene dayalı idi. Büyük ihtimalle bu İspanya Türban çıkışı, 5 Kasım planına göre kesintisiz olarak anayasa referandumuna ve toplumsal dönüşüme kadar gidecek bir hamlenin startı idi.

Dahası bu hamle bahsettiğim, bir ucu 76 ülkenin temsil edildiği İslam Konferansı Örgütüne, Güneydoğu planlamalarına, diğer ucu AB’ye ve ABD’YE dayanıyordu. Yani bu hamle, bu iki ufuk arasındaki perspektifte oluşturulan bir Stratejinin ivmelenme rampasını oluşturuyordu.

Hedef Demokratik açılım palavraları ve yeşil kuşak işbirliği ile ılımlı İslam Cumhuriyetinin ön adımları idi. Yüksek yargının korkusuz ve fedakar Yargıçlarının çıkışı, 17. maddenin oluşturduğu bariyer ve parti kapatma gerekçelerinin ortaya çıkması bu oyunu bozmuştur.


Bu durum Türkiye Cumhuriyetinin nefesini kesemediklerini göstermiş buda çark etmelerine ve sinmelerine sebep olmuştur. Sayın Özbudun un yanlışı fark etmesi ile 17. maddeyi de bir yana bırakıp aniden gündem değiştirdiler.

Şu sıralarda hükümet üyelerinin bazıları ABD de Anayasa taslağının son rötuşlarını yapıyor, bazıları da, tavizsiz beklentilerini bildiğimiz Sayın, Bakoyanni ile TC yi daha da zora sokacak, Kıbrıs ile ilgili hamlelerin içinde aile saadeti yaşıyorlar.

ŞU MEDENİYETLER İTTİFAKI İLGİNÇ BİR TABLO ARZEDİYOR.

Çok tebrik var, tebriklerde çıkarları uğruna neler yapabileceklerini bildiğimiz Emperyalistlerden.

ABD’den 'Medeniyetler İttifakı'na övgü.
17 Temmuz 2005

ABD yönetimi, dünyada Müslüman ve Hıristiyan toplumlar arasında yakınlaşmaya katkı amacıyla BM çerçevesinde başlatılan "Medeniyetler İttifakı" girişimine önderlik etmelerinden dolayı Türkiye ve İspanya'yı takdir ettiğini bildirdi. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sean Mc Cormack, gazetecilere yaptığı açıklamada, "Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi, Müslüman toplumlarla diyalog ve işbirliği için çerçeveyi oluşturuyor. Bu faaliyetlere katılıma verilen kapsamlı her desteği memnuniyetle karşılarız" diye konuştu.
--------------------------------------------------------------------------------------------
Bu açıklamanın içinde Dünya enerji bölgeleri ve yeşil kuşak politikası var sene 17 Temmuz 2005.

AB’nin bir süredir geri planda ve nispeten sessiz durması ABD’nin ön planda olduğunu ve bir stratejiyi yürüttüğünü göstermektedir. AB’ ülkelerinin ABD ile çıkarlarının uyuşmadığı ve ABD’nin politikalarının onları uzun süredir tedirgin ettiği de ortadadır.
-----------------------------------------------------------------------------------------------

Bakın, Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Jacques Chirac tarafından, Medeniyetler İttifakı toplantısı esnasında yapılan konuşma nasıl.
Barselona, 27 Kasım 2005

Sayın; Devlet ve Hükümet Başkanları,
Birinci Avrupa-Akdeniz Zirvesi öncesinde, Medeniyetler İttifakı üzerine düşünme anında bulunuyoruz. Burada, gayet gönüllü bir şekilde bulunmaktayım zira, 11 Eylül 2001 saldırılarının ertesinde UNESCO’da ifade ettiğim gibi, bu, günümüzde ele alınması gereken bir aciliyettir.
Bazıları, kültürlerin ve dinlerin çatışacağı bir medeniyetler şoku yaşanacağını öne sürüyor. Bunların konuşmaları korkularla beslenmekte, insanları, inançlarını ve geleneklerini karşı karşıya getirmek isteyenlerin tuzağına düşmeyelim. Siyasi ve ahlaki bir irade gösterelim: mantığın ve hoşgörünün iradesini.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Fransa’nın, argo tabirle eski kulağı kesik olduğu için Dünyadaki oluşumların farkında olduğu kesindir. AB’ ülkelerinin ABD ile çıkarlarının uyuşmadığı ve ABD’nin Roma imparatorluğu benzeri paradoksunun onları tedirgin ettiği de ortadadır. İnsanları, inançlarını ve geleneklerini karşı karşıya getirmek isteyenler kimler acaba.

Türkiye Cumhuriyetinin nefesini kesmek

11 Eylülden sonraki konuşmalara bakılırsa her şey ortadadır. Türkiye Cumhuriyetinin nefesini kesmek için, bizim yandaş televizyonlarda yürüttükleri, sivil ve asker vatanseverleri şiddet yanlısı çevreler olarak ilan ettikleri açıktır. Amaçlarına engel Milli güçleri Dünya kamuoyu önünde de küçük düşürme çabası bu aşamada işe yaramayınca, esaslı bir çarkla tornistan ettiler, ama görünüşe bakılırsa bu yöntemi sürdürmekteler.

Bunlar esaslı lafebeleri şu dönemdeki gerilimleri kullanarak, tepkileri Cumhurbaşkanı seçimlerindeki gibi yüksek Yargıya, bazı kurum ve kuruluşlara, Muhalefete yani ulusalcı Kemalist çevrelere yöneltmeye çalışacakları görünümü ortaya çıkmıştır.

Stratejilerinde önemli değişiklik safhasına girdikleri anlaşılmaktadır, bazı ağabeylerin tavsiyeleri var gibi. Bu strateji değişikliği, büyük ihtimalle nefesini kesemedikleri Türkiye Cumhuriyetinin nefesini kesecek çalışmaları hızlandırmak şeklinde seyredecektir.

Bunların yandaş televizyonlarda yürüttükleri, sivil ve asker vatanseverleri şiddet yanlısı çevreler olarak, Dünya kamuoyu önünde küçük düşürme çabası devam ediyor. Gizli ajandamı oda neymiş? falan filan derken, Dengir mir in başlattığı siz paranoyaksınız atışlarının ve bize haksızlık yapılıyor yaygarasının yayılması ile yeni gündem yaratılacaktır.

Bu aşamadan sonra büyük ihtimalle Güney Doğu ya 12.500.000.000 YTL yatırım la hizmet imajı yaratılacaktır. Kurulacak özel Üniversitelere Kürt enstitüsü eklenmesi ile doğudan Kuzey ırak Kürt yönetimi ile yakınlaşma şeklinde gelişecektir.

Giderek BOP a entegrasyon hızlanacak, Talabani’nin bahsettiği Kürt gerçeğinin kabulü ile Kürdistan’ın gizli onayı verilecektir. Bunlar Demokratikleşme ve yeni açılımlar balonuna eklenip, bu karşı devrim hareketi, Fethullah Gülen ve diğer cemaat ve iç dış beklenti odakları ile eş güdüm gerçekleşecektir.

TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM

Toplum, Siyaset ve Ekonomi ayrılmaz bir bütündür, oluşan Ekonomi politik yapılanma ve üretim ilişkileri Toplumsal yapıyı etkiler ve biçimlendirir. Bu açıdan bakıp yapılacak Analizle, gurur duyduğumuz Milletimizin getirildiği durumun çok kritik bir aşamada olduğu görülmektedir. Halkın eğitim düzeyinin düşük olmasının bu karşı devrimcilerin işine yaradığı kesindir.

Uzun süredir bu mağdur numaralarını izliyoruz, fakat sadece bu tek başına etkili değildir. Bunun yanında eğitimsiz ve ezgin yapıdaki kişilerde, böyle Kasımpaşalı halk çocuğu kılığındaki kompradorlara karşı platonik ve klinik bir hayranlık gelişiyor ve özdeşleşme oluşuyor.

Bu olgu sadece siyasilere karşı gelişmiyor, İbrahim Tatlıses’in başarısı altında da aynı olgu yatıyor, hayret bir şekilde hipnoz etkisi gibi bir kusurları görmeme hali oluşuyor. Bu da fakir bırakılan insanlarda sanal bir umut ve İD deki gerilimde gevşeme olarak ortaya çıkıyor. Bu incelenmeye değer bir Psiko sosyal bir olgudur.

Sadede gelirsek genel Stratejilerine bağlı olarak Anadolu’da İslami halkoyu alt yapısını hazırlama çalışmalarının seyri yerel yönetim seçimleri ile hızlandırılacak, buda zaten alt yapısı hazırlanan ve mahalle baskısının had safhada olduğu Doğudan batıya doğru gelişecektir.

Buna eşgüdüm olarak AB reformlarına yönelip, belli kesimlerin desteği hedeflenecek, AB reformlarına ve DEMOKRASİYE sarılıp Durmak yok yola devam sloganı ile halkı özgürlüğe taşıyan devrim rüzgârı ivmelendirilmeye çalışılacaktır.


Tabiiki bu Desteksiz olamaz, buna bağlı olarak AB reformlarının dayattığı Kıbrıs, azınlık vs. konulara yoğunlaşılacak yani desteklere karşılık tavizler zorunlu olacaktır. Yani Dünya çapındaki bu Medeniyetler ittifakı organizasyonu, OESD vs. ilişkilerle ve faaliyetlerle yürüyecek, bağımlılıklar arttırılacak, Güney doğu meselesi, küresel Ekonomik kriz, Ermeni ve Kıbrıs sorunu ve başımıza örülecek vs. çoraplarla oluşacak sıkışma beklenecektir.

Anayasa paketi Referandum ve oylar yolu ile meşru temel oluşturma çalışmaları en önemli dayanakları olacaktır, kesinlikle engellenmelidir, hatta belediye seçimleri bile bu işe yarayabilir. Bu yöntemlerle , AB müktesebatlarına atılan imzalar ile gelinen noktada, Türkiye vazgeçtiği takdirde uluslar arası baskıya maruz kalacağı dönülmez noktalara götürülmeye çalışılacak ve dönüşüme uygun ortam kollanacaktır.


ABD bunların tek başına başaramayacağını anladı.

En kritik oluşum ise dikkatlerden uzak gelişiyor, ABD bunların tek başına başaramayacağını anladı, onun için Natoyu kullanarak Anadolu’ya Asker yerleştirerek Kuzey Iraktaki Kürt yönetimine verdiği desteği bunlara da vermeyi düşünüyor. Bu büyük plan ABD’nin planlarının bir parçasıdır ve bozulacağını anlayınca atak başladı.

Dikkat ediniz, Usame bin ladenin ses kaseti yine piyasaya çıktı, üstelik kaset olduğu halde Usame’nin görüntüleri ile birlikte veriliyor ve etkisi arttırılıyor. Bu ne zaman olsa ABD bir yerlere saldırmak için meşru dayanak kazanıyor.

Anayasa mahkemesi davayı sonuçlandırmadan ABD’nin bu Türkiye’yi işgal ve cephenin oluşturulma safhasını tamamlaması lazım, aksi halde taraftarlar kaybedecek ve 5 Kasım planları bozulacak.
ABD’nin bütün bu süreçleri garantiye alması ve hızlı olması gerekiyor.

DÖNÜLMEZ NOKTALAR


*İzmir Urla'ya taşınan Nato üssü bir dönülmez nokta
*4000 amerikan askeri yerleşecek dönülmez nokta
*6. Filo gelecek dönülmez nokta
*Mor doğan’da başlayan havaalanı inşaatı dönülmez nokta
*Uzun Ada'nın da kullanılacağı dönülmez nokta
*ABD’nin Türkiye’deki bir sürü ÜSSÜ dönülmez nokta.
*Bağımlılıklarımız dönülmez nokta.


BURADA BİTMEZ DAHASI VAR…


Bu işgal projesine Sayın doğu Perinçek eskiden beri dikkat çekmeye çalışıyordu ve bu işgal projesinde sıra bize geldi ve geç kalıyoruz. Rodos, Bosna, Ukrayna, Gürcistan, Irak, Afganistan, İsrail, Arap ülkeleri, Filipinler vs. vs. Rampalarda ABD cepheleri hazırlandı.

ABD buralarda hazır, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hazar bölgesi çok önemli ve bu bölgenin BOP kapsamında parçalanması ve RUSYA ÇİN ve KORE, İRAN cephesinin açılması mümkün. Füze ve Radar rampalarının doğu Avrupa ve bizim buralarda kurulması lazım. Dünya enerji bölgeleri için dalaşma başlayacak, yoksa Amerika batıyor.

Çok ileri bir savaş sanayiine sahip ABD yi ancak böyle bir savaş kurtarır, bence bu savaşın tetiği Pakistan ve İran olacaktır ve bu aşamada esas tehlikede olan biziz.

Belli ki Kuzey Irak operasyonundan sonra, 5 Kasımda planlanan oyun bozuldu, bu oyunu kurtarmak için atağa geçtiler. Eğer geç kalınırsa ABD kıstırması ile Anayasa mahkemesinin davayı sonuçlandırmasına bile gerek kalmaz. Bundan sonraki hedef, Yüksek yargının engel olduğu noktadan başlayarak, Yargıya ve belli kurumlara saldırıyı arttırıp, Anayasa paketi Referandum yolu ile meşru temel oluşturmaya çalışıp, Devletin temel kurumlarını kavramak olacağı açıktır.

Eğer bu aşamaya kadar sokağa dökülecek halk da hazırlandı ise, ABD buna destek verecek, hatta PKK ve uzantıları bu işe müdahil edilecektir. Saddam’a yapılanın bir benzeri burada uygulanabilir, iş bu aşamaya gelmeden bu karşı devrimciler engellenmezse başımızın çok ağrıyacağı kesindir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE KARŞI BİR KOMPLO SÖZ KONUSUDUR

Kendimizi aldatmadan bakılırsa, şiddet yanlısı nitelenen ve yıkılmaya çalışılan, açıkça ortaya çıktığı gibi aleni olarak TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN temel kurumları, Yüksek yargı ve Siyasal Anayasal yapısıdır, yani devletin ta kendisidir. Bu çevrelerin genel tavrına bakınız, sanki Türkiye’de Faşist bir idare var ve dünyanın Demokrasi havarisi güçleri ile birlikte bu zorbaları alt edip halkı insanlığı kurtaracakmış gibi bir tavır yok mudur sizce?

Bu cesareti kefene varana kadar meydan okumaları hangi desteklere dayanıyor? Buda Talabani’lerin Iraktaki cesaretlerine benzemiyor mu? Bunlara açıkça sormak lazım, konuşmalarında sürekli itham ettikleri ama boşlukta bıraktıkları bu çevreler kimlerdir ve hangi kurumlardır. Bu suçlamalar ve ithamlar, Kürdistan teorisinin Türkiye’yi Sömürgeci nitelemesi ve hakaretleri ile de uyuşmuyor mu, tehlike yakın ve büyüktür.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ Fethullah Güleninde içinde bulunduğu ve ABD desteğinde büyük bir komplo ile karşı karşıyadır. Bu soruların cevabını açıkça almak lazımdır, bütün bu aldatmacaları bir yana bırakırsak bu olgu aleni olarak yürütülmektedir.

Bizim muhalefetin, bu saldırılar karşısında Yargıyı vs. savunmayı bırakması gerekiyor, Yüksek yargıyı savunmaya ne gerek vardır, suçlular kendini savunsun. Bu küstahlarda kimmiş, yargıyı savunma aczi getirecektir, şimdi hainlere ceza vaktidir, düşman aleni saldırıya geçmiştir.


Şimdiden bu yürütmenin acilen durdurulması ve bunların yeni imzalar atmasının engellemesi gerekmektedir. Ayrıca sivri dilli ölüm tehdidi ima eden kişilerin Tehditleri Suç değimlidir ki hala konuşmaktadırlar? Bunlar vatan hainidir ve Devlet millet adına yetkin olmaları sakıncalıdır. Üslubumdan dolayı özür dileyerek, teşhis ve kaygılarımı paylaşıma sunuyorum.

Saygılarımla
Yurtsever Yurttaş

15 Mart 2008 Cumartesi

GÜLER YÜZLÜ AMCALAR, ŞEFKATLİ TEYZELER GÖRDÜM, İMANLIYDILAR VE SAMİMİ BİR SEVGİ VARDI İÇLERİNDE.



Biz, yani benim dönemimin gençleri, bizi kollayan bizle gurur duyan bir ortam ve Devlet beklerken, sevgisiz bir çıkar kavgasının ortasına düştük. Büyüdükçe, ailenin sevgili ortamından çıkıp, nefret, düşmanlık, hırsızlık, dolandırıcılık gibi kötü kavramlarla tanışmanın da şoklarını yaşadıktan sonra, asi gençlik çete savaşlarının, sonrada giderek çeşitli ideolojik çatışmaların ortasında bulduk kendimizi.

Soğuk savaş yıllarıydı ve bir sürü olay yıkım ve savaş vardı dünyada. O kadar çok yanıltan yönlendiren etken vardı ki bizi, yavaş, yavaş ve çok zor anladık gerçekleri.

Yazları tek başıma tatile gitmeye başladım, kâh otobüsle kâh otostop Anadolu’nun birçok yerini gezdim. Bayılırım Anadolu insanına, susadığında su veren güler yüzlü Amcalar, güzel yemekler ve bahçesinden meyve ikram eden şefkatli Teyzeler gördüm. imanlıydılar ve imanlarından gelen, Ailemden de gördüğüm samimi bir sevgi ve şefkat vardı içlerinde ve bağımsızdı ruhları.

Ben daha sonraki yaşam sürecimde, onların o güzel ruhlarının bende bıraktığı o güzel etkiyi hiçbir yerde bulamadım, hiçbir zaman göremedim. Öyle etkiliydi ki bu duygular, sonsuz bir güven içeriyordu ve bir bedene sıkışmış değildi sanki. Her yerde, bir şekilde başka bir bedende karşına çıkıp, her ne olursan ol seni kollayacak sonsuz bir sevgi zinciriydi bu ve yarattığı duygular 40 yıllık gayri Müslim’i bile imana getirebilirdi. Bence sevgiyle yorumlanan samimi bir İnanç ve Allah bilinciydi bu sonucu yaratan.

Şimdilerde gördüğüm, seni kafalamaya çalışan, ağzı kulaklarında ama gözleri sabit insanlar gibi değillerdi. Senden kayıtsız şartsız teslimiyet isteyen, sürekli alan ve saltanat süren ama vaazdan başka bir şey vermeyen, seni her an yargılamaya, hatta kazıklamaya hazır ve CIA gibi kötülerle işbirliği yapan sahte tavırlardan çok farklıydılar.

BU SEVGİ DOLU GÜZEL RUHUN ETKİSİNİN GÜCÜ BÜYÜKTÜ!

İşte şimdiki İman tacirlerinin işine yarayan şey, bu bahsettiğim güzel ruhun etkisinin gücüdür. Uzun süredir bulmayı umduğum o zincirin, ticaret ve kar metaı şeklinde karşıma çıkması ve askeri ayetleri insanların bilinçaltına işleyerek, insanların birbirine düşürülmesi ve ALLAH'ın adının korkutucu şekilde kullanılması iğrenç işkence ve cinayetlerin onun adına işlenmesi çok büyük bir acı kaynağıdır benim için.

Bu sevgi ve güven zincirinin İman tacirlerinin eline geçmesinin sebepleri bellidir. Kitleler Emperyalistler ve işbirlikçilerinin Ekonomi politik oyunları sonucu senelerdir ekonomik sıkıntılar içine sokulmuş bilgiden uzaklaştırılmıştır. Siyasi konular ve ekonomipolitik uygulamalar dikkatlerden kaçırılmış, insanlar kandırılmış ve kafaları boşaltılmıştır.


İnsanlarımız, monetarist üretim ilişkileri içinde perişan edilmiş, hatta Ekonomik sıkıntılara bağlı imkansızlıklar sonucu, yaygın depresyon ve başka psikolojik sorunlar içinde kalmıştır. İnsanlarımız uzun süredir uygulanan vahşi acımasız ekonomik uygulamalarla, kültürel saldırılar altında ekonomik özgürlükten yoksun kalmış ve çıkış aramaktaydı ve hiçbir yerden destekleri yoktu.

Bu insanların alt yapılarında ise, içlerinde zaman içinde yer etmiş dinleri ve kendilerini koruyan ALLAHA inançları vardı. Sığınacakları, güvence sağlayacak ve psikolojik tatmin sağlayacakları tek dayanakları buydu. Bu yüzden bu sıkıntılar içinde dört elle dine sarıldılar ve bu zaten bu işlerle iştigal eden Din tacirlerinin işine yaradı.

BU ÇOK İYİ KULLANILDI

Hepimiz biliyoruz ki malum çevreler tarafından bu çok iyi kullanıldı. İnsanların bu aşamada sığındıkları ve güvendikleri Yüce Allah tır, fakat tabii ki bu entrikacı beşeri yapılanmalar içinde, Allahın adaletine olan güvenin ve teslimiyetin, Allahın adını çok kullananların lehine gelişmesi kaçınılmazdır.

Bu saadet zincirinin, Cihad için para lazım bahanesi de iyi numaradır. Allah adına toplandığı için para hesabı vermeye de gerek yoktur, buna rağmen dürüstlük doğruluk kisvesi takınılmakta ve bu konuda mangalda kül bırakılmamaktadır..

Aslında bu gibi yapılanmalar, TİTAN saadet zinciri ve mason benzeri bir yapılanmadır. Bunlara karşı alınması gereken ekonomik tedbirlerin yanı sıra, bu gibi iman tacirlerinin ihtiyacı olan cehaletin engellenmesi de önemli meseledir.


Fikri hür vicdanı hür nesiller kavramı bunların en büyük korkulu rüyasıdır. Emperyalistlerin yozlaştırdığı Eğitime el atmalarının sebebi ne olsa gerek? ? Fazla soru sormayan, sonsuz teslimiyet içinde, kayıtsız şartsız bunların emirlerine uyan nesiller değil midir istedikleri? Bir çok Tarikatın fink attığı Ülkemizde bilindiği gibi biri Dünya çapına çıkıp Emperyalistler ile işbirliği içine girme şerefine mazhar olmuştur.

Bu arada kitleleri böylesine bir teşkilatlanmayla sorgusuz sualsiz itaat edecek kıvama getirip yönlendirebilen Fethullah Gülen nin Networku Emperyalistlerin gökte ararken yerde bulduğu bir nimet oldu. Artık Tarihte Hristiyan Misyonerlerin gidip sonrada orduların gittiği Ülkelere şimdilerde Emperyalist Ordulardan önce Fethullahçılar gidiyor.

Hayret edilecek birçok şeye şahit olduktan sonra, bütün bu işlere şapkası uçan ve gönül gözü fal taşı gibi açılan biri olarak, internette bulabileceğiniz şu yazıyı size aktarmak istedim,
her yerde bulabilirsiniz.

Saygılarımla

Fethullah Örgütlenmesi
ŞAKİRT ANLATIYOR

Ben bir "ortaokul şakirt”iyim, yani en kıdemli Fethullah talebelerinden biriyim. Aşağıda anlattıklarımı bizzat yaşadım. Sizinle paylaşmak için yine kendim yazdım.
1990'lar ;
Orta birinci sınıftaydım ve Cuma namazlarına düzenli olarak giderdim. Beni aynı semtte bulunan okulumdan ve gittiğim camiden takip ederek fişleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanıma gelen o kişi ilk "ağabeyim" idi.


Daha sonra bana ve okuldan seçtikleri fen, matematik ve Türkçe derslerinin toplam notu 21(10'luk sisteme göre) olan arkadaşıma cami kütüphanesinde ders vermek bahanesiyle yakınlık gösterdiler. Yakınlık daha bir samimiyete dönüşünce evlerine davet ettiler. Dersler evde devam etti. Bu arada bizimle oyunlar oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardı. Baştan futbol içerikli bu sohbetler yavaş, yavaş dini mevzulara geldi.

Allah’ı tanımak, namaz kılmak derken "Öretmenin Not Defteri" gibi kitapları okumamızı istiyorlardı. Buna "Sızıntı" okumaları ve adını henüz bilmediğimiz o hocanın banttaki ses kaydını toplu olarak dinlemelerimiz eşlik etti. Bize yeterince itimat kazandıklarında o sesin "Hoca efendi”ye ait olduğunu ve kendisinin çok "mübarek" bir insan olduğunu anlattılar.

Artık "işi" biliyorduk ve bize adam lazımdı. Okuldaki arkadaşlarımızı nasıl "kafalayarak" ağabeylerin huzuruna getireceğimizi öğrenmiştik. Yıllar orta üçüncü sınıfa getirdiğinde bizi artık sınavlara hazırlanma vakti de gelmişti. Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi'ne girmenin ne kadar önemli ve saygın bir iş olduğu sürekli telkin ediliyordu bize.

Derken tanıdığımız birkaç arkadaşımız orayı kazandı. Biz ise devlet lisesine devam ettiğimizde okuldan arkadaş "kafalamak" en büyük hedefimiz haline gelmişti. Okulumuzun hemen yanında bulunan "nur evi"ne ders çalışma bahanesiyle getirdiğimiz arkadaşlarımıza yemekler veriyor onları mümkün olduğunca bu evlerde tutmaya çalışıyorduk.

Bu kişilerle okulda ve başka yerlerde de "ilgileniyor" yörüngemizden uzaklaştırmamaya çalışıyorduk. Bunların durumlarını her hafta düzenlenen "istişare" toplantılarında ağabeylerimize anlatıyorduk. Onlar da bize ne yapmamız gerektiğini, hangi yolları adım, adım takip etmemiz gerektiğini, yapmamız gereken jestlere ve takınmamız gereken mimiklere kadar anlatıyordu.

Yılsonlarında gelen "Sızıntı koçanları"nı bitirmemiz ve onlarca, hatta yüzlerce kişiyi Sızıntı'ya abone etmemiz her birimizden bekleniyordu. Biz ise kimisinin parasını kendi cebimizden vererek bu en kutsal yolda birbirimizle kıyasıya yarışıyorduk. Zaman aboneliği de yine bu şekilde cereyan ediyordu.

Haftada okumamız gereken Kuran miktarı, Risale-i Nur ve Hoca efendi Kitapları(Pırlanta Serisi) miktarı belliydi. Bunlara ek olarak o zamanki adı "Tuna Kırtasiye" olan "NT Mağazaları”nda kaçak olarak çoğaltılan ve ağabeyimizin adını kullanarak arka bölümden aldığımız "Hoca efendi Vaaz Kasetleri"nden de ağabeyimizin seçtikleri doğrultusunda dinlememiz isteniyordu. Bunların hepsinin ortak adı "keyfiyet" idi. Bunu bir çetele halinde ağabeyimize her haftaki "istişare" de sunmamız isteniyordu.

Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumaş pantolon giyerdik. Kız arkadaşımız asla olmazdı, okulda yüzlerine bile bakmazdık. Sokakta hep yere bakarak ve hızlı, hızlı yürürdük. Ağabeyimizin dedikleri ana-babamızdan önemliydi. Mehmet Kafkas’ın "Geçmişi Bilmek" ve "Milli Mücadelede Öncüler" adlı kitaplarını okuyorduk. Atatürk masondu, deccaldı. Atatürk Kemal'di, Kemal Ağa idi. Atatürk baş eğlencemizdi.

Okuldaki hocaların bazısı "duruma uyanmıştı", biz "tedbir dairesini" genişleterek okuldan çıkınca arka sokaktan dolaşarak nur evine gidiyorduk, içeri birer ikişer giriyorduk ve asla toplu çıkmıyorduk. Bize göre iki çeşit adam vardı; "müspet ve solcu". Solcunun bir adı da "kom"du. Kom, "komünist"in kısaltılmışıydı, ve okuldaki bazı hocalar komdu.

Özelikle de felsefeci. Üniversite hazırlık dershanesi olan Fem'e lise ikinci sınıfta da kayıt yaptırdık. Amaç hem iyi bir üniversite hem de "hizmet" para kazansın idi. Ortaokuldan beri ailelerimizi alıştırdığımız "ağabeylerle ders çalışma" için onlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayrı bir önem vermeye başlamıştık. Bu kalma dönemlerine biz "kamp" diyorduk.

Kamplarda ders çalışılır ve uzun vadeli projelerimizi ağabeylerimize anlatarak onların direktifleri doğrultusunda yaşamımızı planlardık. Ailelerimizle ağabeylerimizi ne zaman ve nasıl tanıştıracağımızı ve her iki tarafın ne yapması gerektiğine varıncaya kadar her şey planlanırdı. Öyle ki tüm bu insanlara bir üstündeki "not" verirdi.

Evlerin bir imamı vardı, yani evden sorumlu olan kişi. İki ya da üç ev bir semte ve semt imamına bağlıydı. Semtler bölgelere, bölgeler büyük bölgelere, büyük bölgeler ilçelere, ilçeler şehirlere, şehirler ülkeye, ülkeler kıtalara, kıtalar da en sonunda Hoca efendi’ye bağlıydı. Hatta öyle ki O Muhterem Zat'a Dünya yetmez ve evrende başkaları da varsa oraları da "hizmet"e katmak için ne gerekiyorsa yapılmalı idi.

Bu insanların hepsi birbirini denetler, not verir ve bir üstündekine durumu iletirdi. Yani şıkır şıkır işleyen koskoca bir sistem vardı. Lise sonda Fem'in yurdunda kalmaya başlamıştık. Çekebildiğimiz kadar arkadaşı Fem'e kayıt ettirmiştik nasıl olsa sonra "ilgileniriz" diye. Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diğer kişileri de namaz kılma, çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanımıza çekmeyi başarıyorduk. Yani ağabeylerle danışıklı dövüş şeklinde "adam kafalama" tüm hızıyla devam ediyordu.

Her birimizin "ilgilendiği" arkadaşlar da zamanla "şakirt" olma yolunda ilerliyordu. Ağabeylerimizin düzenlediği maçlar, mangal partileri, çiğköfte partilerine artık not ortalamasana falan da bakmaksızın İslami görüşe yakın ailelerden çocukları seçerek getiriyorduk. Kola serbest oldu, kot pantolon giydik.

28 Şubat sürecinde Hoca efendi’nin video ve ses kasetlerini, kitaplarını evlerden alarak kendi evlerimizde sakladık ve evlere Atatürk ile ilgili kitaplar doldurduk. Evlerin çoğu yer değiştirdi. Bazı ağabeylerimiz "tedbir" gereği takma isim kullanmaya başladı. Cep telefonlarının pilini istişarelerde söktük. Telefonda "Hoca efendi, hizmet, sohbet" gibi kelimeleri kullanmayı yasakladık.

Bunların yerine "maç yapmak, çay içmek, çorba içmek" gibi önceden kodladığımız fiilleri kullanmaya başladık. Aslında yapılan her şey "istişare" adı altında yukardan gelen emirlerin bize verildiği toplantılarda kararlaştırılıyordu. Yani "istişare" yoktu, belki teferruatta vardı, ama her şey bir emir zinciri vasıtasıyla bizim önümüze konuyordu.

2000'ler ;

Üniversiteye girince artık biz de "ağabey" olmuştuk. Evlerde kalmaya ve sistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeye başlamıştık. Talebelerimiz vardı, onlarla ilgileniyorduk. Aksiyon okuyorduk, artık bandrollü ve sakıncalı yerlerinden temizlenmiş Hoca efendi kasetlerini koli koli alarak herkese ama herkese dağıtıyorduk.

Hoca efendi hakkında yine "hizmet"in başka yayın evlerinden çıkmış kitapları "mütevelli olmuş esnaf ağabeylerimizin" katkılarıyla kolilerce alıp dağıtıyorduk. Kitaplar binlerce satıyordu. Ramazanda zekât, kurban bayramlarında deri topluyorduk, kurbanlık parası topluyorduk.

Amerika'dan, Hoca efendi’nin yanından gelen ağabey gelmişti bir seferinde. O anlatıyordu biz ağlıyorduk. Ardından adam başına toplayacağı büyükbaş kurbanlıkların sözünü almaya ve kayıt ettirmeye başlamıştı. Her birimizden 60–70 belki de 100-120 büyükbaş kurban parası getirmemizi istiyor ve pazarlık bu rakamlardan açılıyordu.

Bazı tanıdıklarımızın yaptığı hiçbir iş yoktu. Evde de kalmazdı. Sonradan bu kişilerin görevinin "çok özel" olduğunu öğrendik. Bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri'ne girmek üzere olan öğrencilerle askeri okuldayken "ilgileniyorlar" idi. Hoca efendi’nin "en önemli on görevden biri" saydığı bu iş için seçilmiş insanlardı.

Hepimizin en nefret ettiği yer Ordu idi. Bir toplantımızda bir ağabeyimizin Ordu, Danıştay ve diğer "solcu" kurumlar için yaptığı tanımlama ilginçti. Ağabeyimiz bu gibi kurumlar için "artık fitne kurumlaşarak üzerimize geliyor, biz de bir an önce kurumlaşarak karşı koymalıyız" diyordu. Gazetemizi sürekli okumamız gerektiği de bir diğer telkin idi. Özkök Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olacağı günleri ip ile çekiyorduk.

Aksiyon Dergisi'nin bir sayısında "Ergenekon" diye bir grup kapak yapılmıştı. Bu sayıdan çok sayıda fotokopi çekerek hepimizden okumamız istenmişti. Yazıda, devlet içinde gizli bir birimin oluşturulduğu ve bu birimin amacının Arjantin benzeri sosyal patlamaların önüne geçmek, devlete zarar verebilecek oluşumlara müdahale etmek olduğu yazılıydı. Ağabeylerimiz bunun bize de müdahale edeceğini söylediler.

Bu benim için bir dönüm noktasıydı. Biz bu devletin bekasına, milletin dertlerine derman olmaya çalışmıyor muyduk? Bizi solcular engellemiyor muydu? Bizim mücadelemiz iman kurtarmak değil miydi? Bize ne toplumsal patlamaların önüne geçmek ve devleti korumak için kurulmuş bir gizli teşkilattan? Devlet hepimizin devleti değil miydi, neden korumasınlar ki? Hem bize ne diye düşman olsunlar ki?

Uyanışım;

Artık her şey saçma geliyordu bana. Biz bir emir kuluyduk ve ne denirse yapıyorduk. Çünkü toplu olarak cennete girecektik. Sorgulama yoktu, körü körüne bağlanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdiğine bağlı olarak sahte bir samimiyet vardı. Ama bu sahtelik genellikle bize emir verenler ve onların üstünden başlıyordu.

Tabanı samimi ve bir o kadar da cahil (beyni etkisizleştirilmiş anlamında) insanlar oluşturuyordu. Bu insanlar dürüst, çalışkan ve edepli insanlardı. Ama uyuyorlardı. Üstelik biz uyutmuştuk yıllarca çocuklarını, kendilerini, karılarını, tüm yakınlarını. Sırf "solcularla" inatlaşma uğruna yaptığımız birçok saçma iş vardı.

Bunlara en iyi örnek Yeni Yüzyıl gazetesinde Hoca efendi’nin röportajının çıktığı zamandı. Bu gazeteyi sırf solcular "Hocalarının röportajına bile sahip çıkmıyorlar" demesinler diye balya balya aldık ve Zaman gazetesinin depolarında çürümeye bıraktık, sonra da imha ettik. Bazı yerlerde Zaman gazetesinin içine koyarak dağıtıldığını duyduk.

Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmuştu. Üç günlük röportajı on beş güne yayarak ve tirajını da ona katlayarak gazete büyük kar etti sayemizde. Bir sefer de Süleyman Demirel'in Fatih Üniversitesi'nin açılışında "burayı doldurabilir misiniz" demesi üzerine iş-güç, okul-sınav demeden koştuk ve doldurduk orayı.

Hoca efendi istiyor diye daha yeni okuduğumuz kitapları bir kere daha okuduk. Hoca efendi çağırıyor diye pılımızı, pırtımızı topladık Amerika'da yaşamaya gittik bazılarımız. Buna da "hicret" deniyordu. Bir keresinde, bir arkadaşıma giden biri hakkında ne zaman döneceğini sorunca bana güldü ve dedi ki "hicret bu, dönmek olur mu?". Benim bildiğim hicret sayfası dinen kapanmıştır. Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiğiniz bir ülkede.

Merakım şu: Türkiye'de halkın %99'u Müslüman. Amerika ise kendi deyimiyle Müslümanlara karşı bir haçlı savaşı başlatmış durumda. Nasıl oluyor da burada rahat olunamıyor, lakin orada istediğimizi yapmamıza izin veriliyor? ABD her yere ajanlar sokarken, iki kişi bile kendi karşısında ciddi bir şeyler yapmaya kalktığında haberi olurken bu nasıl denli büyük bir oluşuma müsaade ediyor? Üstelik bu oluşumun biricik görevi insanları Müslüman yapmak iken.

ABD'nin yoksa insanları Müslüman yapmak gibi bir gizli amacı mı var? Yoksa Hoca efendi ABD'nin de mi üzerinde büyük bir güce sahip ki bizimle uğraşamıyor? Garip işler bunlar. Bizden ABD'ye hicret etmemizi Fatih Koleji'ndeki bir barkovizyon gösterisi sonrası Hoca efendi’nin yanından gelen bir ağabey istemişti. Ben de düşünmüştüm; bu resmen bir beyin göçü ve sermaye göçü...

O zamanlar Hoca efendi için evden bile dışarı çıkmıyor denmişti. Ağabeylerimiz diyormuş ki "hocam zaten çok hastasın, bari bir çık bahçede dolaş" ama Hocamız hiç çıkmıyormuş. Aynı yıllarda yeşil.org adlı internet sitesinde Hoca efendi’nin boy boy dışarıda çekilmiş resmi yayınlanıyormuş da haberimiz yokmuş.

Biz Hocamız'a üzülüp dua etmekle vaktimizi geçiriyorduk. Bir de tabi gelen emirleri eksiksiz yapmakla. Hoca efendi’nin Latif Erdoğan’a yazdırdığı "Küçük Dünyam" adlı kitabından en az bir kere yazılı sınav olmamış şakirt tanımıyorum ben.

Anlamadığım bir nokta da bu işte. Yani sen ta Amerikalardan "diğergamlık" üzerine, "hizmette önde mükâfatta geri durma" üzerine göğüslerimize salvolar savur, sonra da çıkıp kendini anlatan kitaptan bizi belki beş belki on kere imtihan et. "İmtihan Dünyası" bu olmasa gerek.

Halen "hizmette" aktif olan ve son derece de teslimiyetçi bir arkadaşım bir seferinde şunları söylemişti, ben de yanlışı o zaman fark etmiştim: "ne bu Hoca efendi, Hoca efendi ya... Allah var, Peygamber var ya" Hoca efendi, Hoca efendi, Hoca efendi...

"Hoca efendi ne diyor bu konuda, Hoca efendi’nin çok mühim tespitleri var bu konuda, Hoca efendi bugün ne diyor, Hoca efendi’nin dediklerini artık herkul.org sitesinden günü gününe takip edebileceğiz arkadaşlar.

Hoca efendi çok ciddi uyarıyor, Hoca efendi çok mübarek, Hoca efendi bizzat ilgilenmiş, Hoca efendi adını bizzat kendi koymuş, Hoca efendi derhal yapılsın istemiş, Hoca efendi, arkadaşlar dikkatli olsun demiş.

Hoca efendi, arkadaşlar artık evlensin demiş, Hoca efendi, çocuk yapın demiş, Hoca efendi, ÝÞHAD'ı güçlendirin demiş, Hoca efendi, gazete tirajının bu haliyle karşıma çıkmayın demiş, Hoca efendi başı açık "ablalar"la da evlenilsin istemiş.

Hoca efendi, bir dua etmiş maçın ikinci yarısı Galatasaray iki gol atarak Real Madrid'i devirmiş, Hoca efendi, Allah depremde İkitelli Medyası'nı "çiftetelli" gibi sallardı ama içlerinde mübarek gazeteler de var demiş.

Hoca efendi üzülmüş, Hoca efendi çok kederlenmiş, Hoca efendi hastalanmış, Hoca efendi, Asya Finans Kredi Kartı alın demiş; Ulusal Televizyon ihalesi yapılacağı gün Asya Finans’ın kasasında o kadar para yokmuş, para lazımmış, Hoca efendi şunu demiş, Hoca efendi bunu demiş...

" Bu konuşma tarzına sıradan bir "ışık evi"nde her gün rastlayabilirsiniz. Nurettin Veren'e gelince; "o ne pis bir adam öyle, tipi kayık, pis bir çıkarcı o, yalancı herifin teki" gibi yakıştırmalar yapıyorlar ve size şu kadarını söyleyeyim, bu insanları asla şartlandırıldıkları haricince bir şeye inandıramazsınız.

Belki size abartı gelir ama ben biliyorum ki Hoca Efendi bugün atlayın ve ölün dese sayıları binlere varabilecek kadarı bu emri de hiç çekinmeden yerine getirir. Nurettin Bey bu konuda ne söylese azdır. Hiçbir şey bu gerçek kadar sıra dışı değildir, yine bu gerçeğin tasvirleri bile.
Sonuç ;

Aklı başında herkesin de anlayabileceği gibi bu bir karşı devrim örgütlenmesidir. Devlet içinde koskoca bir devlettir. ABD ve AB çıkarlarına koşulsuz hizmet etmektedirler. Ayrıca birçok yerde yazıldığı gibi dergileri, radyoları, televizyonları, üniversiteleri, vakıfları, ışık evleri vs. her şeyleri vardır.


Öyle ki savcıları, kaymakamları, valileri, emniyet müdürleri, öğretmenleri, doktorları, istihbaratçıları (ki bu konuya doymak bilmeyen bir iştahla yanaşmaktadırlar), askerleri, milletvekilleri, bakanları vardır. Hemen, hemen her büyük partinin de desteği ile bu noktalara gelinmiştir. Bence yegâne çözüm bu örgütün tüm malvarlığına el konmasından geçer. Ama sorun şu ki; kim koyacak?

Diğer insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce saklanmaktadır, hatta çıkan yalan haberler bile buna en güzel şekilde hizmet etmektedir. Yok, Fethullah komandoları varmış; yok, kendilerini patlatacaklarmış, yok, hücre evleri varmış; tabancalar, tüfekler, bombalar varmış...

Bu atmosfer onlara en çok yarayan ortamı oluşturuyor ve kendilerinin terörist olmadığını "muhabbet fedai"leri olduğunu insanlara yaymalarına yarıyor. Bu kişilerin ne yapmaya çalıştıkları çok iyi bilinmeli ve o kanaldan mücadele verilmelidir. Örgüt deşifre edildiğinde, ABD yerine başkasını bulmak için faaliyete geçecektir ve bu zannımca on yıl on beş yıl kadar bir zamanı alacaktır.

Bu bir bölünme süreci olarak da yansıyabilir Fethullahçılara. Çünkü kurulu mekanizma en güzel şekilde işletilmektedir. Bir daha böyle bir mekanizmayı kurmak çok çaba gerektirir. Bölüp bir kısmını yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek diğer kısmıyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler.

Her ne yapılacak ise bu darbeden hemen sonra yapılmalıdır. Yani bir daha güçlenmesine fırsat verilmeden "meydana getirdiği boşluk" doldurulmalıdır. Ama dediğim gibi ilk iş; oyunu açığa çıkarmak ve "Ağababası" olan ABD'nin işlerliğini yitiren bu beşinci kolunu gözden çıkarmasını beklemek olacaktır...


Yorum sizin…