29 Eylül 2009 Salı

ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇTE PATIRTI ÇETİN OLACAK. 30 / 09 / 2009


DUYURU: Bazıları ABD'de şarjı doldurup geldi ve bunların sahtekâr, yalancı ve yüzsüz Gazeteci geçinen Neoconları Medya da boy göstermeye başladı bile.

Bütün kadroları ile sindirme atışları için sahaya yayılmaya başladılar. Yani hazır olun, asrın ihanet rüzgârı başlamak üzere, çeşitli yöntemlerle atağa kalkacaklar.


Bunların ekmeğine yağ sürmemek için şu meşhur içki yasağı mesajına da dikkat ediniz. Gerzeklere bu konuda uyanık olmalarının gerektiği duyurulur, sakın özgürlük adına bu konuya tepki vermeyiniz.

Arkadaşlar, hele Ordu evlerinde içki yasağı konusunu açarlarsa, başladığı yerde alevlenmeden söndürünüz. Çünkü bu yöntem, belli kesimi eski kötülüklerin sorumlusu sarhoş günahkârlar yerine koyacak bir halkla ilişkiler tezgâhıdır.


Açılım tezgâhı için halkoyuna ihtiyaçları var. Bu tartışmayı açacak hain Medya karakterlerini bir yana not ediniz, çünkü bu konuyu ivmelendirme konusu, hainlik göstergesi olacaktır.

Son sahte belge sahtekârlığında foyaları ortaya çıkan, ama yüzü hiç kızarmayan düzenbazlar dinlendiler. Önümüzdeki dönemde bu bilumum madrabazlar, gerçekleri saklayıp inkâr ederek, numaralarını bu Millete yutturmak ve hedefe varmak için çıkış almak üzereler.

Hedef, çeşitli sınır ihtilaflarını yaratmak ve uluslar arası mahkemelere taşınmasını sağlamaktır. Bu birkaç aşamalı hedefe yönelik hazmettirme manevra süreci başlıyor. Kurumlara karşı saldırı başlamak üzere, patırtı çetin olacak, çünkü ABD bileşmiş Milletler vs. dâhil, ilgili çevreleri dolduruyor ve tetikte bekliyor.

Benden söylemesi…

Saygılarımla
Yurtsever Yurttaş

24 Eylül 2009 Perşembe

PARTİ BOLLUĞU, BAYRAK SALLAYANLAR VE TOPLUMSAL DUYARLILIK!


Son zamanlarda Türkiye’mizde dönen dolaplar sonucu geldiğimiz despot Bürokratik idare aşaması artık hepimize bıkkınlık vermektedir. Şu sıralarda bazı arkadaşlarımız partilere Derneklere katılım için çağrı yapıyorlar fakat, bu konuda herkesin kafası karışık gözüküyor...

Mevcut Partilerin durumu bir yana, bu güne kadar çeşitli sebeplerle
yükselen her Şahsiyet, Bayrak sallayıp düşün peşime diye çağrı yapmıştır bize. Bir sürü grup ve birlik milleti bilinçsizce numaratöre bağlayıp görüşleri doğrultusunda bölüp parçalamış ama çoğunluk şaşılacak bir şekilde hep Mustafa Kemal çizgisine bağlı kalmıştır.

Bilindiği gibi, çeşitli sebeplerle öne çıkan her birikim sahibi kişi Parti kurmuş ve çağrı yapmıştır. Bu yüzden bu partilere umutla katılan ve zorunlu teşkilatlanma çabası ve kişilik çatışmaları içinde yorgun düşen insan kaynakları atıl potansiyeller oluşturmuştur. Yeni Kurulan bir
Partiye ya da Dernek vs. örgüte gittiğinizde, ilk heyecanla yoğun bir üye akışı olduğunu ve bunun yarattığı umudu ve kıdem yarışını görürsünüz.

Parti kurulduğundaki yeni umut la ortaya çıkan bu ilk akışa ben, ‘’Balayı dönemi’’ diyorum. Bu yanıltıcı ve geçici potansiyel, uzun süredir ezilen bunalan Toplum bireylerimizin umutlu çıkış arayışının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ilk üye kabulü aşamasında bireylerin kafalarında ki hedef Vatan Millet aşkı gibi durur. Vatan Millet menfaatine yönelik
adanmışlık hissi veren bir hedef görüntüsü vermekle birlikte, aslında hedef mevcut karmaşık üretim ilişkileri içinde tam netleşememektedir.

Bu yoğun üyelik talebi akışı, o hereketi yaratanlar için yanıltıcı bir umut tablosu yaratır. Bu bolluk görüntüsü yüzünden de, Parti yada örgüt kurucuları tarafından kaygısız bir seçme keyfiyeti içinde, kişilerin taşıdığı potansiyel bile incelenmeden, ‘’oooo portakalı soydum, baş ucuma koydum’’ tarzı bir tekerleme ile sepete atılırsınız.


Aidiyet ihtiyacı sonucu, ilk Kabullenilmenin yarattığı motivasyonla, yetkinliğe dayanmayan yapılanmalar oluşur. Bu tarz bir yapılanma içinde, Vatan millet adına mücadele aşkı ile başlayıp koşarken, bir süre sonra yıkıcı etkiler ortaya çıkar. Zorunlu teşkilatlanma çalışmaları içinde, önce gelen sonra gelen yöntemiyle yetkinliğe dayanmayan kör gözüm parmağına bir hiyerarşi oluşur ve kişilik çatışmalarının gerilimi başlar. Giderek zorunlu bürokratik koşturmacanın ve evrakların ortasında bulursunuz kendinizi.

Bu yapı eğer bir Parti ise, Partinin önünde aşılması gereken engeller vardır. İlk engel Ekonomik Kaynak ve Teşkilatlanma zorunluluğudur. Eğer teşkilatlanma gerekleri tamamlanırsa seçimlerde bir umut doğar ama bu seferde baraj sorunu vardır. Bu partilerde, genellikle ekonomik kaynak sorunu baş gösterir ve çalışmalar teşkilatlanma aşamasında tıkanır.


Yeni kurulan bir parti, toplumdaki güçlü çıkar gruplarının beklentilerine uygun yapıda değilse bu sistemde hiç şansı yoktur, çünkü taban bilinçsizdir. Bir iki işbirlikçi ya da tutarlı bir İdeolojiye sahip parti dışında, tabana yönelik stratejik planlamalar için yeterli çalışma hep ihmal edilir.

Çalışma devam eder ve teşkilatlanma ilerledikçe işler değişir. Çalışmalar ilerledikçe bu ter döken kişilerin pestili çıkar, özel işleri aksar ve bu kişilerin haklı talepleri ortaya çıkmaya başlar. Üyelerin her biri, Teşkilatlanmanın içinde kendisini gerçekleştireceği önemli yer beklentisine girer.


Hiyerarşinin tepesine şu ya da bu şekilde oturan ve yüceltilen şahsiyete yaklaşan kişiler buna geçit vermez ve bu beklentiler vatan Millet aşkına düşüncesinin önüne geçer. Kişisel çekişmeler, kullanmalar, haksızlıklar, öne geçmeler başlar, aidiyet ve adanmışlık hissi ortadan kalkar ve insanlar bloke olarak verimsizleşir.

BALAYI DÖNEMİ SONU

Bu günkü toplumsal ilişkilerde Monetarizm tarafından körüklenen ve yozlaşmaya sebep olan en bariz olgu, Egosantrizm yani ben merkezciliktir. Kişilerin başkalarını umursamaması sonucunu da doğuran bu Ruhsal durumun aşırı halini engellemek ve kontrol altına almak şarttır. Toplumsal yaşamda yaratılan aşırı bireyselleşme ve yozlaşmayı durdurmak, insani değerlere karşı hassas olan halimize geri dönüşü tetiklemek için empati geliştirerek sosyalleşmek zorundayız.


Bütün hainlikleri ve saldırıları halletsek bile, Toplumumuzun önemli değerleri, baskın egosantrizm kaynaklı fark edilmeyen bir tehdit altındadır. Tüketim çılgını ve biri diğerine ilgisiz, duyarsız hale getirilen bireylerin başkalarına karşı giderek daha da duyarsızlaşması kaçınılmazdır. İçinde bulunduğumuz süreçte, Egosantrizmi körükleyen Globalleşmenin yarattığı Kapitalist üretim ilişkilerinin bilinçsiz tehdidi altındadır aslında Toplumsal değerlerimiz.

Bir başka insanı düşünme, yardım amacıyla işini aksatma ve sadece Şirket menfaatini düşün, sen sadece kendini ve aileni düşün gibi gizli bir baskı her bireyin üstüne çöker bu sistemde. Çeşitli yöntemlerle pompalanan Star ol mesajı da koparır kişiyi anladığımız anlamda ki sıcak sosyalleşmeden.


Bu olgu, sosyal yapıyı tehdit eden çok önemli bir kısır döngüdür. Bu durum, olumlu toplumsal ilişkilerimizi kendi içinde yıkıma uğratıp, insanlarımızı ucuz fakat tam kapasite sömürülen bir iş gücü ve tüketici haline getirme çalışmalarını kolaylaştıracak bir özellik taşımaktadır.

Bu konuda Sivil inisiyatife görev düşmektedir ama Sivil Toplum Kuruluşları da kendi içinde bu genel durumdan etkilenmekte ve aynı yozlaşma sürecine kapılmaktadır. Sistematik çıkar ilişkileri içerisine uyum sağlayan sivil toplum örgütleri, giderek anti Demokratik işleyen parlamanter sistemin, küçük birer proto tipi halini almaktadır.


Anti demokratik sürecin bir parçası olan bu STK ların yasamaya katılım talepleri, bilinçli bireylerden oluşan bir toplumun Demokratik taleplerinin yokluğu sebebi ile mevcut riyakar umursamazlıklar içinde haliyle çok cılız kalmaktadır.

Ülkemizde hiçbir Partide Özgür Delegasyon işlemez. Sistem içinde ilişkiler, çıkar beklentileri, dirsek temasları, tepeden atamalar ve yalakalıklarla yürür . Malum Siyasi partiler kanunu, dokunulmazlıklar, seçim sistemi ve Sivil toplumun yasamaya katılımının önündeki engeller hep birilerinin işine gelir.


Bu karmaşa içinde, Despot idare avantajı yaratarak Kitlelerin varlıklarının yağmalanmasına imkan yaratan bu uygulamalar bir türlü ortadan kaldırılmaz. Sistem içine kadrolaşıp, sistemi kendi yönünde çalıştıran zihniyet tarafından bu durum çok ustaca kullanılır. Bu çevrelerce, Demokratik hakların aleni olarak, laf kalabalığı ile ihlal edilmesi yanında, Demokratik süreç yine bu Monetarist çevrelerce hilelerle engellenir. Demokratik ortamın yaratılması ve insana çalışan sistemi yaratacak ve insani gereksinmeleri karşılayacak süreçler hep hasıraltı edilir ve bu sömürü sistemi hiç değişmez.

KAF DAĞINDAKİ SİLUETLER!

Bütün bunların yanında, Partilerin şu saraylardan daha görkemli binaları hep kafama takılmıştır. Bildiğiniz gibi bunlar, kamudan alınan paralarla yapılır. AKP' nin girilmesi imkansız kalesi ve diğer partiler bir yana, Sosyal değerlere sahip CHP Genel Merkezine gittik diyelim...


CHP’nin o koca binasında ıssız kalırsınız, kimse kimseyi adam yerine koymaz, önemli bir proje ya da çalışmanız olsa bile, konuşacak adam bulamazsınız, bulsanız da ya dinlemez ya da ilgisiz ve anlamayan biri olduğu için konuyu değerlendiremez.

Kapıdan bir girin de görün, diğer Partilerdeki gibi, Kaf dağındaki Padişahın Sarayı ve üstelik padişahın dışındakilerde padişah. Bu aslında bütün partilerde böyledir ama Sosyal değerlere sahip olduğunu iddia eden bir Partiye, hatta CHP ye hiç yakışmaz. Bütün Partilerde olduğu gibi bu bir zihniyet sorunudur ve bir zihniyet değişikliği de, bu Sosyal içeriğe sahip olması gereken Partide zorunludur.

Bütün partilerde ve Parlamentodaki yüce koltuklarda oturan bu insanların, kendilerine oluşturdukları ayrıcalıklar ve saltanatın sorgulanması günümüzün en acil konularından biridir aslında. Tabii ki bu oluşturulan saltanat, sağ partilerin İktidarı ele geçirenleri tarafından oluşturulmuştur bu güne kadar. Bu Sağ Sol kavramlarının da acilen tartışılması şarttır, çünkü her ikisi de kendi içinde farklı fikirleri, hatta karışık eğilimleri içermektedir.

Diğer Partileri bir yana bırakırsak, öncelikle
CHP’nin ‘’Halkla ve sahadaki STK’larla bütünleşmek için neler yapılması lazım’’ diye, şapkayı önüne koyup iyi bir düşünmesi lazımdır. AKP'nin geçmiş seçimlerdeki başarısı altındaki sır, çıkar birlikleri ile olan etkileşimi bir yana bırakırsak, kullanacağı her kesin içindeki potansiyeli iyi tespit edip değerlendirmesinde ve bunları onca yalan dolana dayanan Halkla ilişkiler çalışmalarıyla yürüttüğü faaliyetlerinde ustaca kullanmasında yatmaktadır.

AKP’nin HALKTAN KOPUŞ SÜRECİ BAŞLADI!


Yarattıkları Despot yapı ya karşı gelişen tepki yüzünden, şu sıralarda AKP güç kaybediyor, çünkü ezdikleri Halktan kopuş süreci başladı. Ellerindeki Medya ve Din kozu da yetmemektedir artık, çünkü internet te bazı yasaklamalar dışında güçleri yoktur.


Bazı muhalifler AKP’de ortaya çıkan çöküşü kendilerinin başarısına mal etmeye çalışıyor. Hâlbuki bu başarı internette ve sahada bunların hiç umursamadığı binlerce fedakâr vatan evladının özverili çalışması ile ortaya çıkmıştır. Partilerin son çıkışlarında cesaret veren olgu, arka planda oluşturulan bu büyük potansiyeldir. Şu iyi bilinmelidir, bu konuda internette ve sahada, çıkarsız ve fedakârca mücadele sürdüren, sağ ya da sol bütün vatan evlatlarının büyük emeği vardır.

Kimse üstüne yatmaya ve önder rolüne kalkmasın, eğer şu dönemde ABD desteği ile kurulan Despot bürokratik cendere aşılırsa; bu başarı, bu konularda fedakârca çalışan Türkiye Cumhuriyetinin evlatlarının olacaktır. Bazı uyanıkların,İnternetteki bu fedakâr insanların çalışmalarından alıntılar yaparak, kendi çalışmaları gibi üstlerine ulaştırdığı, bazılarınında kendi çalışması gibi kitap yaptığı da vakidir.


Kurtarın bizi Babalar dönemi bitmiştir, önümüzdeki süreçte ihtiyaç olan Bilinçli Yurttaşlık sürecinin gelişiminin önünde kimse duramayacaktır, samimi Demokratik kesimlere bu konuda büyük görev düşmektedir..

TÜRK GENÇLİĞİNİN KAMPLARA BÖLÜNME TEHLİKESİ.


Son zamanlarda Toplumumuzda gelişen bilinç dikkat çekicidir. Bu gelişmeye bakılırsa, bu bilinçli Vatan evlatları, bir daha Mecliste ayrıcalıklı hanedan benzeri bir yapılanmanın oluşmaması için tetikte olacaktır, geleceği de buna bağlıdır...


Önümüzdeki en büyük sorunlardan biri de, Türk gençliğinin kamplara bölünme tehlikesidir. Birliğimizin yarattığı gücü bilen düşman ve işbirlikçisi hainler, bu konuda, içimizdeki işbirlikçileri ile birlikte çok yoğun çalışmaktadır. Bu bölme çatıştırma çalışmalarına karşı Türk gençliği çok uyanık olmak zorundadır.

Bu kitleyi arkasına almak isteyen
STK Demokratik süreçlere ve insan haklarına saygılı olmak ve toplum lehine çalışmak zorundadır. Kamu kaynaklarının denetimi ve takibi konusunda çok başarılı çalışmalar mevcuttur ama sistemin yarattığı bazı imkansızlıklar yüzünden şu anda hesap sorulamamaktadır. Bunların yanında Siyasi partiler kanunu, Seçim sistemi ve dokunulmazlıklar sızlanmadan öte daha ısrarlı şekilde ele alınmalıdır.

Sivil toplumun yasamaya katılımının önündeki engeller durmakta kimse bu konuda konuşmamaktadır. Eğitim, Sağlık, Sosyal güvenlik konularında yanlış uygulamalar ve buna bağlı sorunlar çoktur. Bu konular bunların zayıf karnıdır, bunlar acilen bombardıman halinde meclise taşınmalıdır.


TOPLUMUMUZDA GELİŞEN BİLİNÇ DÜZEYİ DİKKAT ÇEKİCİDİR!


Mhp'nin AKP ye destek verme gafletinden sonraki tavırlarında olumluluklar olmakla birlikte geçmişteki soruları ortadan kaldırması şart görünmektedir. MHP içindeki olumlu kişiler olumlu adımlar atmakta ama AKP'ye avantaj sağlayan bazı hurma çekirdekleri bu başarıyı gölgelemektedir.


CHP'nin diğer partilerde olmayan insani beklentilere duyarlı bir potansiyelin olduğunu ve başta Sayın KILIÇTAROĞLU olmak üzere bu duyarlılıkta insanların insani yönde çalıştığını bütün Halk görmektedir. Bu duyarlı kişilerin örgüt içinde de bu duyarlılığı yerleştirme konusunda zorlandığını da biliyoruz.


Bütün Partilerde başarılı kişiler enerjilerini örgüt içinde bu duyarlılığı arttırmak için harcamak zorunda kalmamalıdır. Parti örgütleri kendi içinde bu konuları çözecek yetenekleri geliştirecek bir yapılanma gerçekleştirmelidir. Parti içinde, şirket organizasyonlarında yıkıcı güç denilen ve başarıya engel oluşturan birbirini engelleyen rekabet tarzının yapıcı bir proje yarışına dönüştürülmesi şarttır.

Sosyal açıdan duyarlı olan ilkelerin incelenmesi ve oturtulması için, halka daha fazla kıymet verilerek sosyal sermaye önemsenmelidir. Bu yönde netice alabilmek için, kitle içersinde sosyal sermaye gereği oluşan potansiyeli değerlendirebilecek duyarlı kişilerin bu işle görevlendirilmesi lazımdır.

Öncelikli ricam, Örgütlerin tepeden tırnağa köklü bir silkinmeyle değerlerini gözden geçirmesi ve insanları birbirine duyarsız hale getiren Egosantrizmi ortadan kaldırarak kollektif çalışmayı canlandıracak olan süreçleri başlatmasıdır. Özgür delegasyonun işlemesi şarttır, fakat bilinçli yurttaş yapısı oluşmadan işletilecek özgür delegasyon sistemide üç kağıtçı sahtekarlara çalışabilir.


Tekrarlıyorum, bilinçli, duyarlı Demokratik taleplerini ısrarla yineleyen, kendisininde katkı payı olduğunun bilincinde olarak Ülke yönetimini ve Ekonomi idaresini sorgulayan Yurrtaş yapısı muhakkak gelişmek zorundadır. Bilinçli yurttaşlar ilk adımda, AKP'nin Uluslararası çıkar odaklarına hizmet edecek olan garabet ANAYASASI nı tasfiye edip bir düşünme süresi kazanmalıdır.


Bu Toplum, İşbirlikçilerin baskılarından kurtulup, Yurttaşların ve nesillerinin haklarını garantiye alıp geleceğini koruyup kollayan, sahtekarlara geçit vermeyen ve geniş bir katılımla oluşacak mükemmel bir Anayasayı talep etmelidir.


Şu Parti bu Parti önemli değildir, Dünya olaylarını anlayıp analiz edebilecek düzeyde bilgilenmemiz, bütün haklarımızın bilincinde olmamız, denetim ve hesap sorabilme gücümüzü geliştirmemiz şarttır. Bu Demokratik talepleri gerçekleştirebilmek için baskı oluşturabilme gücümüzün en büyük kaynağı ise farkındalığımız ve birliğimizdir'', lütfen bu konular da duyarlı ve azimli olalım.


Saygılarımla
Yurtsever Yurttaş

9 Eylül 2009 Çarşamba

BU MESELE, TARİHİN İÇİNDEN GELEN EFENDİ KÖLE SORUNUNUN DEVAMIDIR.



Türkiye Büyük Millet Meclisinde ezici çoğunlukla, 22 Mayıs 20034857 sayılı İş Yasası ve 26 Haziran 2009 günü kabul edilen 5920 sayılı Yasayla, emeğini satarak geçinen ve senelerdir refah vaat edilerek kandırılan halkımıza büyük bir darbe daha indirilmiştir.

5920 sayılı Yasanın 1. maddesiyle 4857 sayılı İş Yasası’na tarihinde kabul edilen eklenen fıkralar işçi simsarlığını meşrulaştırmakta, işçiyi alınıp satılabilir iş gücü haline getirmektedir.

Sessizce gerçekleşen bu düzenlemeler, çalışan toplum bireylerimizi köleleştirici sonuçlar içermektedir. Şunu özellikle vurgulamak gerekirki, bunun altına imza atan Muhalefet partilerinin, kamu oyuna acilen bir açıklama borcu vardır.

EFENDİ KÖLE İLİŞKİSİ

Bu mesele, aslında tarihin içinden gelen efendi köle sorununun devamıdır. Bu ve benzeri tezgâhlar, Avrupa’da aydınlanma dönemi özgürlükçü hareketlerini ezen monarşilerden gelişen ve bizim bölgede Mustafa Kemalin önderliğindeki Türk halkının şamarını yiyen, ''Monetarizm'' in, ayak oyunlarından başka bir şey değildir.

Özelleştirme, bir demokrasi rüzgârı olarak bize senelerdir çağdaşlaşmanın gereği olarak sunulmuş ve buna karşı duranlar çağdışı olmakla suçlanmıştır. Aslında bu Ekonomi politikalar ‘’bırakınız yapsınlar’’ olarak özetlenen anlayışın ürünüdür. Bize dayatılan bu hedef, kitlelerin kaderinin, Sermaye kesiminin inisiyatifine bırakılmasını isteyen ve globalleşme yi de içeren arsız ‘’parasalcılık’’ yani Monetarizmin hedefidir.

Aslında buradaki sorun, Kemalizm’in Milletini ve nesillerini güvence altına alan Devlet kavramının bekaası sorunudur. Bu sorun, insanları kollayıp koruyan kanunlarıyla toplum refahı için çalışan, Milletin Sosyal Devleti mi? Yoksa elindeki her şey uluslar arası sermayeye satılmış, Eğitimi, Sağlığı, Emekliliği, Enerjisi, Gıdası bile, yerli ortaklı yabancılara bağımlı, ucuz emek haline getirilip köle edilmiş bir kitle mi tercih edilmektedir sorunudur.


Mustafa Kemalin
modelinde
Eğitimi, Sağlığı, Emekliliği, Enerjisi, Gıdası kendi mülkiyetindeki Devleti tarafından bedava yada karsız karşılanan bir Millet, Modernleşme palavraları ile kandırılmaktadır.

Özelleştirme numarası ile
Eğitimi, Sağlığı, Emekliliği, Enerjisi, Gıdası bile kendi ortak mülkiyetinden Uluslar arası sermayeye satılmış bir Millet, bütün bunları kendilerine lütfedilen üç kuruş maaşları ile satın almak durumunda kalacağını bu aşamada anlayamamakta'dır..

ÖZELLEŞTİRME NEYE YARAMIŞTIR!

Kitler batırılmış ve Kamunun borcunu ödeyeceğiz diye Kamunun elindeki bütün varlıklar satılmıştır. Beş paraya satılan kamu varlıklarını alan yabancı sermayeye vadeler yapılmış ve vergi muafiyetleri uygulanmıştır.

Özelleştirmeden gelen paralarla kamu borcunun ödendiği söyleniyor, iç ve dış borçlanma sürmektedir. Özel sektör 130 milyar dolar dış borç almış buna Kamu kefil edilmiştir. Ne ödendi ne kaldı, bu paradan ABD nin batık toksik varlıklarına para yatırıldı mı? Türkiye’nin hali nedir? Bunlar uzman sorusudur.

Dış ticaret açığı ve cari açık gittikçe büyümektedir. Bir taraf tanda özel sektör Halkın kefaletinde dış borç almaktadır. Nazlanıyor göründükleri IMF den, borcu kesin olarak alacaklardır ve buna yine devleti kefil edecekleri kesindir.

Bu Devletin kefaleti ile dış borç alan özel sektör, Devlete iç borç vermektedir. Bir daha soruyorum, bu paralardan ayrıca ABD toksik varlıklarına para yatırıldı mı? Türkiyede Toksik varlık varmıdır? Paket diye tutturulmasının ve IMF den para alınması ısrarının altında, bunun etkisi var mıdır?

BU MİLLETTEN HABERSİZ DAHA NELER YAPILMAKTADIR?

Bu milletin bütçesi ve kefaleti ile alınan paralarla bu milletten habersiz daha neler yapılacaktır? Hal buyken, bu Millet gayrı safi milli hâsıladan niye yeterli pay alamamakta ve ucuza çalışan köleler haline getirilmektedir? Refah payı niye gözden uzak ve düşük tutulmakta, Millet niye uyutulmaktadır?

Bu sorulara cevap alamayacağımı biliyorum, çünkü bu işler uyandırmayın kerizleri yöntemi ile yürümektedir... Devlet sırrı altında saklanan şeyleri açınız, aralarından bu gibi konulara çıkacaktır. Bütün icraatlara çıkarlardan soyunmuş bir açık yüreklilikle ve objektif olarak bakınca tablo açık görülüyor.

Kısacası sahtekârlılıkları ve türlü palavrayı ayıklarsak, Türk Milleti, özelleştirme, bölge kalkınma ajansları, Özel İstihdam Büroları falan derken, küreselleşen Monetarizmin sömürüsüne boyun eğmeye zorlanıyor.

Saygılarımla
Yurtsever Yurttaş